Kafamdakinirvana

Kafamdakinirvana
dram etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dram etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2019 Cuma

91. OSCAR TAHMİNLERİ II. KISIM

EN İYİ ANİMASYON

Kim kazanır? 

Spiderman into the spider verse ilk başlarda çizgi romanların sayfalarını olduğu gibi ekrana koymak olsa gerek demiştim, açıkçası izlemedim ama herkesin gözdesi şuaralar.

Kim Kazanmalı?

Isle of Dogs bu film zaten niye hep animasyon kategorisinde? Bu filmin hakkı en iyi film kategorisinde olmak, sınırları aşacak bir film. Ben bu filmi animasyon olarak ele alamam, büyüklere hitap eden, içinde binlerce öz bulunan bir film. Personamıza kadar işleyen bir filmdi. Bir filmden daha ne istenir? Akademinin kurallarına gelince, Roma'yı hem en iyi film hem de Yabancı Film dalında aday yapmışlar abesle iştigal! Dip not: Wes Anderson'ın Budapest hotelinden bile daha iyi olan bir işini, prodüksiyon tasarımından hallice diye görmezden mi gelmek lazım?



EN İYİ BELGESEL

Kim kazanır?

RGB

Kim Kazanmalı?

---------------



EN İYİ YABANCI FİLM

Kim kazanır?

Roma Ne me lazım en iyi film dalından şöylece ters dönse bile bu kategoride şaşmaz. Al tamam al sus senin olsun. Her sosyal mecrada haşladığım Cuaron.

Kim Kazanmalı? 

Capernaum bizi film ekiminde ne ağlattı, ne ağlattı. Kırdı geçirdi. Bu kadar duygusallığa yüreğe oynayan bir film hem de iyi bir yönetmen varken hakkıdır.





KISA ANİMASYON

Kim kazanır? BAO

Kim Kazanmalı?-------





KISA BELGESEL

Kim kazanır?

Black sheep

Kim Kazanmalı?-----------



EN İYİ KISA FİLM



Kim kazanır?

Marguerite

Kim Kazanmalı?-------------



EN İYİ AKTİRİST

Kim kazanır? Gleen Close 
Akademi ona bu ödülü tüm zamanlar için veriliyor olacak, aklımda kalan bir kaç Gleen Close performansı için neden olmasın? (The Wife performansını tenzih ederim. Orada o kadar iyi değildi.)

Kim Kazanmalı? Olivia Colman 
Tartışmasız bu yılın en iyi kadın oyuncu performansı kendisinin. Doğal ve bir o kadar akılda kalıcı oyunculuk sunuyor. Adaylar içinde gözle görülebilir farklılığı mevcut.


EN İYİ AKTÖR



Kim kazanır? 

Christian Bale  malum akademi makyajlı, süslü  püslü oyunculukları seviyor Bale onların tam ağızlarına layık. İsteyipte bulamadıkları, tatmin olmak için sırada bekledikleri, müjde akademi.

Kim Kazanmalı?

Rami Malek bu yıl bu kategoride o kadar çok film izledim, herkesi o kadar çok karşılaştırdım ki ama onun gibisi yok. Rahmetli Mercury'yi gayet başarılı, sahnede oldukça iyi bir solist ve sanatçıydı. Lens takmadan, ufak tefek detayları görsellik olarak koymadan bile muazzam derecede bir performans görüyoruz bu öyle bir performans ki, sahnedeki halleri bizi büyülüyor bir yerden sonra konser gibi izliyorsunuz, kendinizi kaptırıyorsunuz coşkusuna hayran bir şekilde bakakalıyorsunuz. Oyunculuk coşkusu böyle bir şey işte....



YARDIMCI AKTİRİST

Kim kazanır?

Regina King

Senelerdir yer aldığı ufak tefek rollerde bile ne kadar iyi oyuncu olduğunu gösteren gerçek bir oyuncu, Oscarı herkesten çok daha fazla hak ediyor.
Kim kazanmalı?
Regina King olmalı yukarıda saydığım nedenlerden ötürü ayrıca Emma Stone hariç bu adaylıkta da iddialı isimler yok. (Ah Mccarthy beni affet!) Diyeceksiniz ki o zaman niye Emma Stone'a vermedin? Emma Stone 21. yüzyılın en iyi oyuncusudur benim gözümde, hollywood'a fazla olan bir yetenek, büyüleyici,akıcı,gerçekçi,100'de 100ünü vaat eden biri ama bu kategoride Oscarı almamış birine tattırmak istedim. Hepsi bu...



YARDIMCI AKTÖR

Kim kazanır?

Mahershala Ali  nedir bu akademinin Mahershale Ali aşkı nedir? Alalım birine, evlenip mutlu olsunlar, aksi olsa bu adam bu kadar kısa süreyle oscar alacak kadar muazzam bir oyuncu değil ki! Tamam kötü demiyorum ama nedir bu akademinin aynı insanlara takıntısı? Bu jüri değişmedi mi? Bir sebep varsa bana da gösterin.

Kim Kazanmalı? Adam Driver sezonun başından beri favorimdi. Blackkklansman'ı tek canlı kılan öge, onu gerçekçi yapan tek şey oydu. Öyle inanılmaz ve sürükleyici ki şaşkınlıkla izlemiyorsunuz. Çok sıradan bir şey gibi izliyorsunuz. İşte oyunculuk budur. Önemsiz bir şeyi gerçekçi kılmak. 



EN İYİ YÖNETMEN

Kim kazanır? 

Alfonso Cuaron başka bir alternatifimiz yok, adam yönetmiş, kendi anılarından derlemiş, yetmemiş görüntü yönetmenliğini bile yapmış. Yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş, elleri mecbur bir oscar verecekler.

Kim Kazanmalı?

Yorgos Lanthimos bu adamın seçkilerini bile izlemek şahane. Hollywood'dan öncesi sonrası harikule (tabi öncesi daha bir harikulade) insana yönetmenliğin ne demek olduğunu öğretiyor. O pencereden bakmanın, etrafındakileri daha iyi algılamanın verdiği keyifle baş başa bırakıyor. Olayları suptiminal olarak ele alması, kapalı bir şekilde değerlindirmesi, sistemsel, politik, çevre ve toplum normları ve baskısını gözler önüne sererken bile bunu kendine has bir tavırla yapıyor. Sunmuyor bizlere lütfediyor, Bir kol boyunca yolu alırken bile o yoldan geçerken bin yıllık maziye göz atabiliyor yada bu günümüze değinebiliyor, sıradan bulduğumuz iğreti şeyleri tüm çıplalığıyla serip tokat üstüne tokat indiriyor. Bunları kendine has tarzıyla yapıyor. Lanthimos'un neden bu kadar hak ettiğini anlata bildim mi? Kendisi bir 21. yüzyılın sinema dehası.





EN İYİ FİLM

Kim kazanır?

ROMA kendisi çok beklendi, çok sevildi övgü üstüne övgü yağdırıldı, sadece bu yılın değil geçtiğimiz yıllarında sinema olayı olarak görülüyor. O kişiler diyorlar ki, Cuaron'un anılarını tek tek anlatması gibi. Benim için bu film yönetmenin kendi için çektiği bir film. O kadar kişisel bir film ki o kadar kişisel görüşe maruz kaldım ki bir an bu filmin bizler için olduğunu hissetmedim bile. Evet filmde farklılık mevcut ama bu filmdeki farklılık sizi sarmak yerine yönetmenin yarattığı kişisel arzu dünyasına dalmak için bir delik arıyorsunuz, onun arzu dünyasında bir yerde duramıyorsunuz.  Herkesin yapmakta zorlandığı bir hareketi, filmin baş karakteri Chole hiç zorlanmadan yapması kadar kişisel, bu kadar üst bir kadınlık anlayışı fakat sunuş biçimi kişisel dünyasında sınırlı kalıyor. Filme ikinci kez şans verdiğimde kendine has üslubuyla bir dünya sunmasını benimsiyorum. Bunun dışında müthiş bir sinema olayı mıdır?  Kısır sezonda ka, ka, kakalin; kakalayın bu filmi. 

Kim Kazanmalı? The Favourite
Bu film Roma'dan daha mı güzel, kat kat üstün mü derseniz; cevabım, hayır olacak.  Roma özgünlük olarak biraz daha önce fakat The favourite daha kişisel olmayan yerde duruyor. Roma'yı anlamak için iki kez izlemem gerekti, ilkinde dayanamadım,ikincisinde kişisel dilini az çok kavrayabildim. The Favourite'ın kişisel bir dili yok. Tam tersine her zaman bildiğimiz sıradan bir hikaye. Sıradan bir senaryo, hatta Lanthimos o kadar kişisel bir tercih yapmamış. Bunu bir yana bırakın her zaman kendinden koyduğu tarzını ortaya koyamamış bile. Müzikler, bir kaç sahne, yarım ay şeklinde ekran alma bunlar harikulade. Bu filmin midemizi bulandıracak kadar eleştirisel, akla mantığa sığmayacak ironileri nerede?  Bu yıl bu ödül kime giderse gitsin, bir şahesere gitmeyeceği kesin...
Bu yılda bu küçük heykelciliği geride bıraktık, istikamet 2020

18 Eylül 2017 Pazartesi

Oscar Aday Adayı Adaylarının Tarihleri.

İşte tüm o filmlerin vizyon tarihi...




DOWNSIZING
5 January 2018 (Turkey)

HE SHAPE OF WATER
8 December 2017 (USA)

DARKEST HOUR
 29 December 2017 (Turkey)

THE PAPERS
 12 January 2018 (USA)

DUNKIRK
 21 July 2017 (Turkey)

CALL ME BY YOUR NAME
 24 November 2017 (USA)

MUDBOUND
17 November 2017 (USA)


 THE CURRENT WAR
19 January 2018 (USA)

 BLADE RUNNER 2049
 6 October 2017 (Turkey)


WONDERSTRUCK
20 October 2017 (USA)


Last Flag Flying
 3 November 2017 (USA)


 THE BIG SICK
14 July 2017 (USA)

Untitled Paul Thomas Anderson Film
25 December 2017 (USA)



Detroit
4 August 2017 (USA)

WONDER WHEEL
1 December 2017 (Spain)

VICTORIA & ABDUL
22 September 2017 (Turkey)

THE GREATEST SHOWMAN
29 December 2017 (Turkey)

 MOTHER!
29 September 2017 (Turkey)

THE FLORIDA PROJECT
 12 January 2018 (UK)

GET OUT
21 April 2017 (Turkey)

Lean on Pete
16 February 2018 (UK)

Mary Magdalene
23 March 2018 (UK)

Roman Israel, Esq.
 3 November 2017 (USA)

Three Billboards Outside Ebbing, Missouri
 10 November 2017 (USA)

 Stronger
22 September 2017 (USA)

 Lady Bird
10 November 2017 (USA)

Breathe
27 October 2017 (UK)

he Killing of a Sacred Deer
17 November 2017 (UK)


 Wonder
17 November 2017 (Turkey)


Wind River
18 August 2017 (USA)

Goodbye Christopher Robin
 29 September 2017 (UK)

The Beguiled
 30 June 2017 (USA)

Suburbicon
27 October 2017 (USA)

Battle of the Sexes
22 September 2017 (USA)

The Leisure Seeker
25 January 2018 (Italy)


Marshall
13 October 2017 (USA)


You Were Never Really Here
19 October 2017 (Netherlands)

Film Stars Don’t Die in Liverpool
 17 November 2017 (UK)

I, Tonya
9 September 2017 (Canada)

The Wife
2017 (USA)


A Fantastic Woman
 6 April 2017 (Chile)

Disobedience
2017 (USA)

The Disaster Artist
8 December 2017 (USA)

The Glass Castle
11 August 2017 (USA)

Novitiate
20 January 2017 (USA)

Girl Trip
 21 July 2017 (USA)

THE DEATH OF STALIN
20 October 2017 (UK)

19 Ocak 2017 Perşembe

Oscar Aday Tahminlerim 2017 Orjinal Senaryo/ Uyarlama Senaryo/Animasyon/Belgesel/Yabancı Film

Ana kategorimiz bitti, şimdi geldi teknik kategorilere...  Bu kategorilerde bizi şaşırtacak şeyler olabilir, ufak tefek hataları bu sezon görmüyoruz çünkü geçtiğimiz sezon büyük hayal kırıklıklarına imza atılmıştı. Adaylıkların içinde Deadpool olmazsa sevinirim aksi taktirde reklamın fendi filmi yendi diye 2017'ye yazılır...


En İyi Orjinal Senaryo
“Manchester by the Sea” (Kenneth Lonergan)
“Hell or High Water” (Taylor Sheridan)
“La La Land” (Damien Chazelle)
“Jackie” (Noah Oppenheim)
“The Lobster” (Efthymis Filippou, Yorgos Lanthimos)


En iyi Uyarlama senaryo
“Arrival” (Eric Heisserer
“Moonlight” (Barry Jenkins and Tarell Alvin McCraney)
“Nocturnal Animals” (Tom Ford)
“Hidden Figures” (Theodore Melfi, Allison Schroeder)
“Lion” (Luke Davies)

En İyi Animasyon
“Moana” (Disney)
“Finding Dory” (Pixar/Disney)
“Zootopia” (Disney)
Kubo and the Two Strings” (Laika/Focus Features)
“The Red Turtle” (Studio Ghibli/Sony Pictures Classics


En İyi Belgesel
“OJ: Made in America” (Ezra Edelman)
“13th” (Ava DuVernay)
“I Am Not Your Negro” (Raoul Peck)
“Cameraperson” (Kirsten Johnson)
“Gleason” (Clay Tweel)



En İyi Yabancı Film
“Toni Erdmann” (Germany)
“The Salesman” (Iran)
A Man Called Ove” (Sweden)
“My Life as a Zucchini” (Switzerland)
“Land of Mine” (Denmark)

25 Eylül 2016 Pazar

2017 Oscar Aday Adayları

Yine geldi çattı bir OSCAR yarışı sezonu. Bana düşen 5 ay öncesinden ilk aday adayı tahminlerimi yapmak. Tabi daha sonra güncel bir Liste ile geri döneceğim...


La La Land” (Summit Entertainment)
En iyi film gibi şeyleri düşünmek için çok erken ama aday olabilir.

Lion” (The Weinstein Company)

En iyi film için emin olmadığım bir film daha ama aday olması muhtemel.

Sully” (Warner Bros.)


           Yönetmen müsait, oyuncular müsait, ne duruyorsun aday yapsana!

Nocturnal Animals” (Focus Features)
Filmin afişi bile oscar kokuyor. Yok, yok afişe Amy olduğu için değil...

The Birth of a Nation” (Fox Searchlight Pictures) Herkesin kucak açıp bir anda yüz çevirdiği bu filmin kaderi Selma ile aynı olmaz umarım.

Manchester by the Sea” (Roadside Attractions/Amazon Studios)

Olabilir olursa güzel olur mu bilmiyorum.

Moonlight” (A24)
Irkçılık  vs. derken afro Amerikalıları parlatsalar olmaz mı?

Arrival” (Paramount Pictures)

Olabilir olur, neden olmasın? Amy Adams var demiş miydim?

Billy Lynn’s Long Halftime Walk
Yönetmen çok seviliyor, baş tacı ettiğimiz şeyleri yermeyelim..

Silence” (Paramount Pictures)
Aylardır yarışa girmeyi gözüne kestiren bu film umarım bizi yarı yolda bırakmaz...

Şimdilik yolun başındayız, daha detaylı bilgilerle görüşmek üzere...

24 Şubat 2016 Çarşamba

OSCAR TAHMİNLERİ 2016 :EN İYİ YÖNETMEN


Bu sene filmleri izlemek de, Oscar sezonu da çok keyifliydi.  Gönlümün efendisini seçmek zor olmadı. Daha filmleri izler izlemez gönlümün efendisi gönlümde taht kurdu.  Benim gönlümün  efendisiyle akademinin film seçiminin aynı olacağını düşünüyorum.  Bazı kategorilerde en iyileri seçmekte zorlanmamam bu sene için eksiydi. Daha çok zorlanacağım yılları dört gözle bekliyorum. Şimdi gönlümün efendisi  VS. akademinin seçimi...




EN İYİ YÖNETMEN

Kim Kazanır: Alejandro González Iñárritu
The Revenant filmindeki senkronlar, kendine has o film gücü, rakipsiz desem çok mu kötü olurum. Bu özellikleri Akademi fark edemeyebilir.
Bu Da Olabilir:  George Miller  (Mad max)
Adaylar listesinde Innarritu'dan sonra en çarpıcı isim.
Kim Kazanmalı: Alejandro González Iñárritu (Diriliş)
Son iki yılda gönlüme taht kurduğunu söylemiş miydim? Nefes kesici bir yönetmen.

7 Şubat 2016 Pazar

Anestezi (Anesthesia)

Film Bir profesörün hayatını anlatan bir birine geçmiş bir kaç hikayeden oluşan bir dille anlatır. Daha ilk dakikada düşük bütçeli kendi halinde bir film olduğunu görüyoruz. Bir o kadar da içten, bir kaç mesaj yakalıyoruz filmden ardından sıradan monoton günlük yaşamımızı gözlemliyoruz. Yer yer ne oldu? Diyoruz içimizden... Filmin sonu yada ortası bilinmiyor. Yönetmen öyle güzel bir şekilde, öyle tadı yerinde sunuyor ki bu filmi. Bittiğinde günlerce sizinle kalacak sahneler ve replikler kalıyor elinize... Hayatı ufak ama kocaman diyebileceğimiz sahnelerde yorumlayan inanılmaz bir anlatıcı bu film. Oyuncuların performansını çok beğendim. Kristen Stewart idare eder. Düşük bütçeli ama benim gözümde değeri de bütçesi de sağlam..Fil'e fil ismini koyuyoruz, aksini iddia edenleri dışlıyoruz, hayatımızın anlamını ararken anlamını yitiriyoruz, bilim, teknoloji, insanlar bizi tanrısızlaştırıyorlar... "Ve tabi ki son olarak Lahanalarımı dikiyorum..."


Jüpiter Yükseliyor (Jupiter Ascending)

Jupiter adında bir genç kız kaçırılıp bilinmeyen bir diyara götürülür... Fantastik filmlere ön yargılı değilim ama bu filmi izleyince ön yargılı olmam gerektiğini düşündüm, Sıradan bir konuya bazı güzel unsur eklemişler, Mila Kunis ve Eddie Redmayne gibi iyi oyuncular da var, ama gelin görün ki benim beğenim ve eleştirmenlerinin beğenisi kazanamadı. Filmin sıradanlığını yönetmene bağlayamıyorum çünkü daha önce bir çok iyi iş başarmış. Ama her şeyin bir ilki vardır diyelim, ahududu adaylıklarını hak eden filmi beğenmediğimi söyleyeceğim...

12 Ocak 2016 Salı

Diriliş(The Revenant)


                              Diriliş(The Revenant)

Bir grup adamın avlanmak için gittikleri yerde önce oradaki yerel halkın  daha sonra ayıların saldırısına uğrarlar...


2002 yılında çıkan bir kitaptan uyarlama biyografik bu film, İlk etapta senaryosu kulağa tanıdık gibi geliyor. Her zaman izleyebileceğimiz sıradan bir film olarak düşünüyoruz. Bu sefer yanıldık... Ama iyi bir şekilde.  Daha ilk saniyelerde değişik yapısı, kurgusu ve adeta tek kamerayla çekilmesi Alejandro González Iñárritu'n ne kadar eşsiz bir yönetmen olduğunu gözler önüne seriyor. Geçen yıl Birdman ile Oscar'ı kucaklayan bu yönetmen, yine harikalar yaratıyor.


Bu filmin yıldızı ise Leonardo DiCaprio. Pek çok insan bu filmde çok parladığını belirtiyor. Ayrıca 20 yıllık kariyerinin en iyi  performansı  ve Oscara en yakın olduğu yolun tam da bu yol olduğu söyleniyor... Geriye bir tek Oscar almak kalıyor...
Avcıların en önemli adamı ve yön gösterici olan Glass (Dicaprio)  korkunç bir şekilde bir ayının saldırısına uğrar...  Yürüyemez hale gelecek şekilde yaralanan Glass'ı arkadaşları taşımak zorunda kalır. Yaralı arkadaşlarının yol boyunca onlara yük olduklarını fark edince, Glass'ı orada bırakmak veya devam etmek arasında ikilemde kalırlar. Her filmde mutlaka kötü olur mantığıyla yaklaşıyoruz, bu filmde de mevcut... Avcılardan en kötü olan Tom Hardy'nin karakteri, Glass'ı yarı yolda bırakır buna tanıklık eden Glass'ın oğlunu öldürür. Ara, ara kesit olarak Glass'ın yaşamından sahneler izliyoruz.  Oğluyla olan diyalogları ve oğluna olan düşkünlüğüne tanık oluyoruz. Böyle bir adamında oğlunun intikamını alması kaçınılmaz oluyor...  

Olsun be Leo Altın Küre neyimize yetmiyor?


Bu filmi pür dikkat izlemek çok önemli çünkü; olaylar çok çabuk ilerliyor.  Yoğun bir temposu var...Filmin karanlık bir havası var bu kötü durmak yerine filmle müsemma bir hal almış.  Bir kaç  filmde okuyabileceğiniz bir çok alt metni var hatta heyecanı bile eksik değil...

Leonardo DiCaprio bu filmde süper bir performans sergiliyor. Tabiri caizse Dicaprio'nun karakterinin başına  gelmeyen kalmıyor. Karakterin nasıl savaştığını, nasıl hayatta kaldığını, hatta Dicaprio'nun bu filmi çekerken gerçekten de  ölümden döndüğünü görüyoruz.  Filmde çok az replik olduğu için sadece gözleriyle bile bir çok oyuncuyu gölgede bırakacak bir performans sunuyor bizlere... Tüm filmografisine baktığımız da ve genel bir yorumla Dicaprio bu Oscar'ı kesinlikle hak ediyor... Film o kadar güzel ki çok beğenmediğim Tom Hardy bile filme çok yakışmış. Sahnelerin hem dramatize edilmesi hem de aksiyonla harmanlanması kaçınılmaz bir başarıyı getirmiş.
Alacaksın Leo arkanda ben varım..


Eğer Mad Max  Oscar'a aday olursa bu filme bir özür borçlu olurlar. Dirilişin olduğu adaylığa Mad Max Fury Road'un girmesi bile bir hakarettir.Bence Oscar adaylığının yanı sıra Oscar'ı da hak eden bir yapım... Son derece güzel, son derece hoş, olağanüstü bir yapım...


11 Ocak 2015 Pazar

Aşk Tarlası (Love Field) Eleşriei



Irkçılık, aşk,vicdan

 Aşk Tarlası (Love Field) Otobüs'de yolculuk yapan bir kadın (Michelle Pfeiffer) şans eseri bir zenciyle karşılaşır ve aralarında bol aksiyonlu ve duygusal bir arkadaşlık gelişir...

Irkçılık hakkında filmlere sempatik var, Amerikanın neredeyse %90'ının bu duyguda olduğunu bildiğim ve ayrıca  rengi, boyu, kilosu ne olursa olsun insanların ayırt edilmesini asla anlayamadığım için bu tarz filmler son derece ilgimi çekiyor..

1992 yapımı olan bu film neredeyse Michelle Pfeiffer'ın en iyi performanslarından... Oyuncu ekibinde inanılmaz bir uyum var... Senaryosuyla, yapımıyla insanı bir anda içine çeken bir film bence en iyiler arasında bile yer alabilirdi...


Filme gelince beyaz bir kadının rengine bakmaksızın küçük bir kız ve babasını koruma çabaları, bütün bunları yaparken başını belaya sokması aslında bu kadarda ilginç karşılanmamalı... Şu günlerde bile gördüğümüz insanların düşmanlığı daha belirgin daha dürüstçe daha şahsiyetsizce.... Bir insanı renginden ötürü yargılamak, fiziksel ve duygusal şiddet uygulamak tüm bunlara rağmen oluşa bilecek bir aşka kimse engel olamıyor... Baştan sona kadar gözünüzü kırpmadan izleyeceğiniz harika bir dram filmi...

6 Eylül 2014 Cumartesi

Film Eleştirisi: Kanlı Elmas (Blood Diamond)

Kanlı Tarihin İçinden Kanlı Bir Elmas



Kanlı Elma (Blood Diamond) Çok uzun zaman önce zencilerin elmas toplamak için kölelik yaptıkları zamanları anlatıyor. Bu hikâye geçmişte yaşanmış gerçek bir olaydan esinlenilmiştir. Bir paralı asker (Leonardo Dicaprio) ve orada doğmuş yaşamış yerel halktan bir adam (Djimon Hounsou)  ve bir gazeteci kadın (Jennifer Connelly) üçü de değer büyük bir pembe elmas için bu ölüm yuvasına doğru yol alırlar…



Filmin çoğunda gözlemlediğimiz kadarıyla zencilere yapılan eziyet,  eskiden onları köle olarak kullanmaları. Sırf topraktan elmas çıkartmak için onlara uyguladıkları zulmü görüyoruz. Durumlarının zorluğu yaşaması güç ortamları çok iyi gözler önüne seriyorlar. 
Sadece aksesuar olarak kullandığımız bir elmasın ve bunu üretirken neleri göze alındığı,  ne işkencelere maruz kaldıklarını görüyoruz. Yemek ve su dahi verilmediğini, işçilerin daha doğrusu kölelerin aileleriyle asla görüştürülmediğini gözlemliyoruz.



Günümüzde de birçok buna benzer olay mevcut ve eskiden de bunun gibi savaş vb. olaylar var. Eskilerden konuşmak istemiyorum ben bulunduğum nesilden bahsedeceğim. Yeni nesilde yaşanan tüm üzücü olaylar karşısında herkes izliyor, ayıplıyor, üzülüyor hatta ağlıyor, paylaşıyor bunu gerek sosyal medyaya, gerek günlük yaşamımızda görüyoruz fakat bir türlü göremediğimiz şu ki; hiç kimse buna bir dur demiyor. Hiç kimse riske girmek istemiyor, hiç kimse elini taşın altına koymuyor… Sadece bir izleyiciyiz.  İzleyici olmayı genelde severim ama bazı filmleri sırf izlemek yetmiyor. İzleyip yorumlamak ve harekete geçmek lazım…




Film aksiyon olmasına rağmen neden neredeyse en sevilenler listesine girdiğini birazda olsa anladım.  Filmin henüz bir saati olmasına rağmen bol aksiyon, bolca da duygusal sahne gördük.  Aksiyonun içine bolca dramatizem sıkıştırmışlar. Film ilk başlarda bize çok yüzeysel görünse de diğer aksiyon filmlerinden farkını ilerleyen zamanlarda kavrıyorsunuz.  İlerledikçe filmdeki bazı noktalar çok hoşuma gitti…

Leonardo’nun elmasların nasıl yapıldığını anlattığı kısmı çok beğendim. Bu bize nasıl bir aptallık içinde olduğumuzu gösteriyor. “Consume,obey,die.” Diye tabir edebileceğim; “Tüket, İtaat et, öl.” Aptallığını bize birkaç kelimeyle özetliyor. Gayet güzel bir şekilde elmasların toprak altından çıkarıp günlük hayatımız da kullandığımız ana kadar olanları anlatıyor.  Benim burada belirttiğim “Costume Obey, die.” Filmin içinde gözümüze gözümüze sokulmamasına rağmen alacağımız mesajdır
sokulmamasına rağmen alacağımız mesajdır…

Zencilerin aşağılanması ve onlara yapılan zülüm Amerikan sinemasında sıkça yer almıştır ve izleyiciyi çekmiştir. Bu filmde de beni ilk başta çeken oydu, filme daha sonralar biraz aksiyon biraz dram ilave etmişler kanımca bu da filmin en iyiler arasına girmesinin bir unsur ise;  büyük küçük demeden insanlara yaptıkları psikolojik baskı ve bu baskı sonucunda insanların değişmesi, kendilerini korumak isterken neredeyse onlara dönüşmeleri.  Bu da filmin zekice yanlarından biri. Üzerinde en çok tartışması gereken konu ise maddiyatın insanların karakterlerini değiştirmesi ve bu duygunun (maddiyatçılık) onları ele geçirmesidir. Herkes birbirine savaş açmış durumda, bölücüler, başa geçmek isteyenler, ezilenler ve diktatörler tam da günümüz dünya politikasına uygun bir senaryo.

Spesifik karakterler olmamasına karşın performanslar gayet iyiydi, beklentilerimin üstündeydi…


Benim her zaman bir lafım vardır; izlediğimiz bir komedi filmi de olabilir, bir aksiyon yâda bir animasyon kesinlikle ne tür izlediğiniz önemli değil, önemli olan mesajı alabilmektir ve bu sadece sizle alakalı…


Sonuna doğru seyirciyle bir oyun haline geçen film, para için yola çıkan bir adamın o yolda aldığı büyük ders ve karşı koyamadığı fedakârlık dürtüsü bütün bunlar çok güzel bir finale davetiye çıkartmış…

“Beni şeytan sanıyorsun beklide sadece cehennemde yaşadığım içindir.” Repliğiyle hayatta kalma savaşını özetleyen iyi bir yapım…

31 Ağustos 2014 Pazar

Film Eleştirisi: Takip (The Rover)

Hayatınızda Ne Kadar Değerlisiniz?
 Artık dünyanın sonuna yaklaşırken Avustralya’da kalan tek tük insanlar. Ekonomi çöküşte, insanlar azalıyor.  Burada yaşayan bir adam tek sahip olduğu şeyi yani arabası çalınınca onu geri almaya koyulur. Psikolojik, dram ve aksiyon karışımı bir film…

Guy Pearce’in canlandırdığı Eric’in arabası 3 adam tarafından çalınır, kendini savunmaya çalışırken darp edilir ve kendi içinde psikolojik sorunları olan bir kişilik olduğundan dolayı bu işin peşini bırakmaz. Arabasının peşine düşüyor ve bu uğurda önüne geleni gözünü kırpmadan vuruyor.  Arabasını bulmak için her şeyi göze alan Eric, çıktığı bu yolculukta Rey adında genç bir çocukla (Robert Pattinson) tanışıyor.  Bu delikanlı tapılası yakışıklı,  karizmatik bakışlı ve çok seksi bir vücudu olmasının dışında akli dengesi yerinde olmayan biridir. Eric arabasını çalan adamın bu delikanlının ağabey’i olduğunu öğrenir. Eric onu bir şekilde hayatta bırakacaktır eğer onu ağabeysine görürse…


Filmin boyunca bize sunulan birçok duygu var, Eric’in yalnızlığı, vicdanını kaybetmiş bir ağabey kardeş ilişkisi, kendi içinde yaşadıkları psikolojik sorunları vb.
Eric’in (Guy Pearce) psikolojik sorunlarının ara,  sıra dışarı vurumlarını şöyle özetleyebiliriz. Karakterin yer, yer duraksamaları, ani kafa karışıklığı yaşatan tepkileri.



 Rey karakteri (Robert Pattinson) başta bahsettiğimiz gibi saf ve yarı deli diye tabir edebileceğimiz bir gençtir.  Birlikte çıktıkları bu yolculukta bize gösterilen İki farklı karakteri, iki amacı olan insan aslında tek amaçları hiçbir amaçlarının olmaması…


David Michod’u daha önceki başarılı işlerinden (Animas Kingdom) Sizler zaten biliyorsunuz. Ben de kendisini tebrik ediyorum son derece güzel noktalardan yakalamış filmi ve tabi ki son derece iyi bir kurgu. Bunu da bu yıl Cannes’a aday olarak tescilledi. Filmdeki boşlukların sebebi beklide oyunculukları ön plana çıkarmak istemeleridir. Oyuncuların çok iyi yakın planları var görüntü yönetmenini tebrik etmek lazım.
Guy Pearce’in performansı beklediğim gibi diyebilirim, çünkü en az bu kadar iyisini bekliyordum. Gel gelelim tapılası yakışıklı Robert Pattinson’a onun her geçen gün üstüne koyduğu ve daha iyisini meydana getirdiği bir performans kalitesi var. Her yaptığı filmde kendini daha da geliştiriyor bknz: (Bel Ami, Cosmopolis)  Bence tüm genç oyuncular böyle olmalı. Pattinson hakkında sevdiğim bir diğer şey ise her zaman risk almasıdır. Yüz yılın yakışıklısı olmasına rağmen kendini çirkinleştirmekten korkmuyor. Kendisinin yakından bir takipçisi olarak söyleyebilirim ki; Hollywood gençlerinin en mütevazısıdır Robert Pattinson…



Eric’in takıntılı bir karakter olduğunu daha ilk baştan arabası çalındığında gözlemliyoruz, bu bizim için büyük bir ipucu.  Ara, ara bize geçmişinden bilgiler sunuyor, duygularını gözlemlemeye çalışıyoruz.





 Anlık duygu gel gitlerini b sadece gözlerinden bile bize çok iyi yansıtıyor. Pearce ve Pattinson’ın karşılıklı oynadığı sahnelerde gördüğümüz gibi Pattinson gelmiş geçmiş en iyi performansını ortaya koyuyor. Sadece gençlik filmlerinde değil tüm filmlerde rol alabilecek bir oyuncu olduğunu bize gösteriyor. Henüz yolun başında ama kaliteli filmlere, kaliteli projelere imza atıyor.



Filmin bizzat takipçisi olarak söyleyebilirim ki, görüp görebileceğiniz en zor şartlarda altında çekilmiş bir film.  Filmin aralarında boşluk olsa bile, bazı duraksamalar olsa bile bence bunu yönetmen bilerek ve kasten yapmış…
Filmin aslında bir amacı varmış gibi gösteriliyor ama sonlarına doğru anlıyoruz ki birçok amaca hizmet ediyor.  Filmin bize göstermek istediği birçok şey var; Pearce’ın karakterinin hırsları, içinde var olan ve dışarıya vuramadığı vicdanlı yanını görüyoruz. Böyle bir ortamda bile deli bir oğlanla kurduğu ilişki, herkesi gözünü kırpmadan katleden bir adamın bile sevebileceği bir insan.  Bu uzun yola iki düşman gibi çıkıyorlar ama yol onları bambaşka duygulara sürüklüyor.



Filmin Soundtrack’ine gelince Keri Hilson’ın “Pretty Rock Girl” şarkısı harika olmuş.  Müziği çok güzel ama özellikle de sözleri Robert Pattinson’ın hem filmdeki karakterine hem de özel hayatına çok uyuyor. “Dont hate me cause I’m beautiful.” Yani “Çok güzelim diye benden nefret etme.”  Bu şarkıyı bir parça Robert Pattinson’ın dudaklarından döküldüğünü duymak güzel bir histi.


Pattinson’ın bu karakteri bu kadar iyi oynamasının sebebi; karakterini gerçekten benimsemedir. 2013 Şubat ayında filmi çekerken,  karakteri ne kadar sevdiğini, ne kadar zor şartlar altında çektiklerini, sineklerin ve sıcağın gazabına uğradığını ve çirkinleşmek için saatlerce süren makyajdan bahsediyordu.   Kendini i çirkinleştirmek her baba yiğidin harcı değildir, bu yüzden bir kez daha söylüyorum Robert Pattinson bu işe gerçekten gönül veren bir oyuncudur. Bence Guy Pearce’le de çok iyi bir partner olmuşlar…

 “Birini öldürdüğünde bunu düşünmelisin, bunu unutmaya çalışmamalısın, bu cezasını çekmenin en iyi yoludur.”
“Her şeyin bir anlamı olması gerekmez.”
“Beni aldattığı için karımı öldürdüm ve kimse peşimden gelmedi. Kimse aramadı, bu 10 yıl önceydi. Hiçbir zaman açıklama yapmak zorunda kalmadım, kimseye yalan söylemek zorunda kalmadım, yalan söylemek zorunda kalmadım, kimse peşimden gelmedi, bunun önemli olmamasını bilmek, bunun gibi bir şey yapıp kimsenin peşimden gelmeyeceğini bilmek beni daha da kırdı.”

Filmde geçen ve asla aklımdan çıkmayacak replikler…

Özgüveni olmayan bir adamla aşırı özgüveni olduğu için başına derler açan bir adam yan yana gelirse ne olur? Bu içinde birçok türü barındıran filmi izleyin ve öğrenin…

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Film Eleştirisi: Dövüş Kulübü (Fight Club)

"Sizler özel değilsiniz bu dünyada şarkı söyleyip dans eden pislikleriz..."



Jack son zamanlarda depresyonun eşiğindedir, uyuyamaz, çalışamaz hiçbir şey yapmaya mecali yoktur, doktorların kapısını çalıp uyku hapları istese de her zaman geri çevrilmiştir.  Tam da böyle bir zamanda tesadüfen bir adamla tanışır. Adı; Tyler Durden, Jack sessiz sakin, uysal kişiliği olan bir adamdır, Tyler ise onun tam tersine son derece cesur, agresif, girişken bir insandır. Beraber kurdukları bu ilişki Tyler’ın kurduğu dövüş kulübüyle tuhaf bir hal alır…



İlk olarak Jim Uhls’ın kalemini, zengin hayal gücünü, onu bize sunarken sağlam alt yapısını sonra , David Fincher Chon Kye-Young’ı tebrik etmek lazım, çektikleri bu görsel şöleni tarif etmesi imkânsız.  Onlar olmasa bu film belki bu kadar güzel olamazdı ama şuan tamamen yanlış kelimeler kullanıyorum, bu filme güzel demek ne kadar doğru bilemiyorum… Aklıma takılan şey,  bu kadar iyi işler yapan yönetmenlerin neden hep tek tük filmi olduğudur…
Hani herkesin sevdiği şu ünlü filmler yok mu? Arkadaşlarınız, köşe yazarları yahut internetten size tavsiye edilen.  Sizin izlediğinizde keyif aldığınız ama “O kadar da abartılmaz ki?” tarzında iç çektiğiniz filmler, işte onların hepsini unutun.  1000’i aşkın favori filmim var, 2000’e yakın film izlemişimdir, hepsi benim için çok önemli, hayatımı estetize eden küçük, küçük parçalardan oluşan büyük tecrübeler. onlara çok şey borçluyum. Bu film çok farklı, anlatmak istediğim şu ki; bu film tüm övgüleri, tavsiyeleri sonuna kadar hak ediyor. İlk defa bir filmi izlediğim de “Evet bu!  Aradığım film buymuş! Bu benim hayatımın filmi.” Dedim. (Tabi ki 13 going on 30’den sonra…”)


Biraz oyuncularımızdan bahsetmek istiyorum,  Edward Norton her zaman olduğu için masum, saf yüzünü çok iyi bir şekilde kullanmış, birçok farklı rolle karşımıza çıktığını bilerek söylüyorum ki, onu saf adam rollerinden başka role yakıştıramıyorum. Benim gözümde şuan için ortalama bir oyuncu, ama bu filme çok yakıştığı kesin...


Brad Pitt yıllardır yakışıklılığıyla gündeme gelen konuşulan bir adam  , peki ya performansı ve karakteri? Kimsenin karakterini eleştirmek bana düşmez, herkes kendi karakterini ortaya koyduğu kadardır ama popüler olduğu sürekli medya önünde olduğu bir gerçek, haliyle bu da onu ‘eleştirilebilir’ yapıyor buna rağmen bu konuda tek bir laf etmeyeceğim…  Gelelim somut şeylere; onun bir röportajını okumuştum, sinema ile ilgili söylediği şeyler hala aklımdan çıkmıyor, yakışıklı olduğu kadar zeki olduğu da kesinleşti benim için. Performansına gelince, bu rol dâhil diğer tüm filmlerinde, dünyayı sarmasının tek nedenini yakışıklılığı olmadığını bizlere kanıtlıyor, Brad Pitt çok daha fazlası, tüm bu övgüleri hak eden bir oyuncu. Başka bir Tyler Durden düşünemiyorum…
 Helena Bonham Carter ise henüz oyunculuğunun başında olmasına karşın, kendine has fevkalade performansını sergiliyor…


Filmin başından beri aslında bize gösterilmek istenen hepimizin asla gerçek hayata yansıtamadığımız bir yanımızın olduğudur, Tyler Durden’la tanıştığından beri kendini bambaşka bir  hayatta bulur,  Durden insanı gün geçtikçe çeken, zeki bir adamdır, konuşmalarında, söylediği her bir sözde insanı uzun süre düşündüren bir gerçeklik vardır.. Onun söylediği sözlerden etkilenememek mümkün değil, mutlaka hepimiz hayatından geçen bir cümlesi vardır ve bunu söylerken son derece hayata kızgın ve umursamaz görünür. Bir dövüş kulübü yönetir, sabun yapar hayatını zevk için yaşar ama gerçeklerin adamıdır, her zaman doğruları söyler, Durden Jack’in tam tersidir yakışıklıdır, ona hayran olmayacak kimse yoktur, bir sürü çılgınlıklar yapar!  Bütün bunları kılını bile kıpırdatamayan bu adama yaptırır…

Filmin ilk başlarında sizi bunaltacak şekilde bunalımlı bir adamda bahsediyor, insonmonia’nın eşiğinde bir adam bu, belki de daha başka bir sürü dertten muzdarip. Doktoru onun durumunu görmezden gelip, onu grup terapisine yönlendiriyor, orada tanıştığı o dertli insanlar ona asla yardımcı olmuyor,  her geçen gün daha kötüye gidiyor.  Neyse ki şanslı bir şekilde karşısına bir kadın çıkıyor bütün bunlar olurken siz neler olacağını tahmin bile edemiyorsunuz, dönüp baktığınızda size yaşananları sunuş tarzına hayran kalacaksınız ama henüz farkında değilsiniz, artık bir kız arkadaşı olsa bile onu bütün bunlardan koparıp alacak bir kurtarıcısı yoktur, Tyler Durden gelene kadar…

 - Bana vurabildiğin kadar sert vurmanı istiyorum. Her şey bu replikle başlar konuşmaları, aralarında geçen bu sohbet defalarca izleseniz bile sizi sarsabilir, adamımız kendini asla tahmin edemeyeceği bir yerde bulur, bir dövüş kulübünde,  sıkıcı boş hayatına karşın, heyecanlı bir hayatla baş başa kalıyor.  Artık bambaşka biridir,  bu heyecanlı hayat bir süre sonra canını sıkmaya başlar, işler istediği gibi gitmez, bir anda Tyler’dan kurtulmaya karar verir ama asıl soru Tyler Durdan aslında kimdir? Yavaş, yavaş kafasında her şey oturmaya başlar, fark edemediği sizinde izlediğinizde yakalayamadığınız ayrıntılar. Her saniyesi müthiş kurgu olan bu filmi mutlaka tekrar, tekrar hatta yavaş, yavaş ağır çekimde izlemeniz lazım zira böyle bir filmi kavramak da izlemekte kolay değil…

Bu filmin nasıl olurda sadece 1 oscar adaylığı aldığına hala inanamıyorum, rekabet ettiği filmleri bilmem ama en azından hak ediyordu, filmin bu kadar kişiye ulaşmasında güzel bir pazarlama var mıdır derseniz, bence bu bütün gişe filmleri için geçerli ama bu film hepsinden çok daha fazla… Filmin çekildiği yıl 1999 yılı gerçekten iyi bir döneme denk gelmiş, gerçekten küçük mükemmel parçalar bu mükemmel filmi oluşturmuş, ayrıca ufak bir dipnot; Sonunu bu kadar heyecan verici bağlayan beni bu kadar tatmin eden bir final görmedim, üst üstte iki kere izlediğim daha fazla izlemeye hazırlandığım muazzam bir film… Filmdeki olaylar belki biraz hayal ürünü ama günlük yaşamımızda beynimiz bu veya buna benzer oyunlar bizlere de oynamıyor mu?