Kafamdakinirvana

Kafamdakinirvana

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Kitap Ve Fim Eleştirisi: Duyguların Rengi (The Help)

Duyguların Rengi (The help) Gökkuşağını Sever misiniz? O Halde Renklerle Sorununuz ne?

Duyguların Rengine  (The help)  hem kitabına hem filmine ayrı, ayrı yorum yapmama gerek yok aslında çünkü filmi seyrederken hissettiklerimi kitabı okurken de hissettim. (Yâda tam tersi…)


Hem Sürükleyici Hem De İçten,

Oscarlı filmleri yahut Oscara aday olan filmleri biz sinema severler biraz kayırırız, buna istinaden seyretmek için sabırsızlanıyordum. (Belki sırf Emma Stone var diye bkn: Emma Stone olan sevgim “Son 10 yılın yetiştirdiği en iyi aktris.”)
O geceki töreni izlemiştim, The help (Duyguların rengi)  Özellikle aldıkları büyük adaylıklarla zihnime yer etmişti.  İşte adaylıklar:

En İyi Film
The Help
En İyi Kadın Oyuncu
Viola Davis "The Help" 
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Jessica Chastain ''The Help''
Octavia Spencer ''The Help''
İşte ağız sulandıran adaylıklar böyle. İlk başta Oscar aldığına göre ve konusu itibariyle son derece duygusal bir şekilde anlatılmış dramlardan biri zannettim. Peki, duygusal değil miydi? Tam tersi beni gözyaşlarına boğacak kadar duygusaldı. (Tabi kendimi tutmasaydım.) Ama onu ayıran özellik diğer filmler gibi uzun süreli yakın planlar, gerilimli müziklerden eser yoktu. Beni tanıyan bilir, bir drama hastasıyım filmlerden iyi anlarım favorilerimde bu saydıklarıma benzer bir çok film var yalnızca bu film çok ‘başka’ geldi bana… Tüm cesaretleriyle beyaz perdeye koydukları Zenci filmlerden örnek vermek gerekirse,
MALCOLM X / 1992
Ünlü lider Malcom x’in gerçek yaşam öyküsü, başkan olmak isterken, zenci haklarını savunurken başına gelenleri anlatıyor. Burada Denzel Washinton’a en sevdiğiniz aktör unvanın vermemek elde değil…

THE HURRICANE -ONALTINCI RAUND / 1999

 Bu film suçsuz yere hapishaneye giren bir AfroAmerikalıyı konu alıyor. Yine başrollerinde Denzel Washinton. (Unvanı vermiştik değil mi?)
Hem yönetmenliği üstlenip hem senaryosunu yazan Tate Talor’ın başarını övmemek mümkün değil ama biz yazarımız Kathryn Stockett bahsedelim. Yazarımız öyle içten öyle sıcak, öyle çarpıcı ve gerçekleri süzgeçten geçirmeden bir hikaye yazmış ki, etkilenmemek elde değil. İlk önce onun yarattığı birbirinden farklı spesifik karakterlere sonra da değerli oyuncularımıza borçluyuz bu harikulade seyiri…  İlk olarak Viola Davis’ten yani Aibileen’den bahsedelim, siyahî olduğu için dışlandığı, küçük görüldüğü bir toplumda hizmetçilik yapıyor. O yıllarda Siyahîlerin beyazlarla aynı bir Kafe’ye bile gidemediğini hatta daha eski yıllarda zulüm gördüklerini varsayarsak bu anlattıklarım biraz hafif kalıyor. Temizlikçi ya da orijinal ismindeki gibi yardımcılık yaptığı evlerin sahipleri tarafından ezilen ve her zaman ilgi bekleyen çocuklara anne figürünü oynayan bir karakter Aibilin Clark . Viola Davis mimikleriyle, bakışlarıyla son derece duru bir oyunculuk sergilemiş. Zaten Cast’ı hazırlayanları tebrik etmek lazım hepsi birbirinden iyi, karakterlere ‘cuk’ oturmuşlar…

Bayan Skeeter çok güzel kalpli yazar olmak isteyen bir kız. Asla diğer züppe ev kadınları gibi zencileri küçük görmez, onlar gibi davranmaz. Bu huyu belki de onu da bir zencinin yetiştirmesinden geliyordur, buna rağmen iyi kalbinin sesini dinler ve bir kitap yazmaya koyulur.  Evet, Rolü oynayan Emma Stone’un ilk draması olabilir fakat bu onun diğer filmlerde gördüğümüz müthiş performansından bir şey kaybettirmiyor. Ses ve mimik kontrolü sağlam bir oyuncu.

Miny huysuz ve tatlı kadın, dışarı yaydığı bu güçlü ve huysuz tavırlarının aksine içinde ‘Minicik’ bir kadın yaşatıyor. Belki Aibileen kadar sabırlı değil ama bu onun kadar acı çekmediği anlamına gelmez. Octavia Spencer son derece iyi bir oyuncu, gerek mimikleriyle konuşma stiliyle bir başka. Şuan düşünürken bile bir karakter oynadığını değil tamamen kendini oynadığını zannetmemek elde değil.


Hilly Holbrook karakteri de yazarın yarattığı çok önemli karakterlerden biri.  Beyaz bayanların en acımasız ve gaddar olanıdır Hilly karakterimiz. Tam hatırlayamadığım fakat anımsadığım kitapta geçen bir sözle bunu açıklayacağım. “Eğer beyaz bir adamı kızdırırsanız size silah çeker ve vurur. Ama eğer beyaz bir bayanı kızdırırsanız, sizi işten çıkarır herkese sizin bir hırsız olduğunuzu söyler, bir daha işe giremezsiniz, kiranızı ödeyemezsiniz, çocuğunuzun yanına taşınmak zorunda kalırsınız, çocuklarınız da işten çıkarılır torunlarınız da. Beyaz adam sizi çeker vurur ama beyaz bayan asla unutmaz…” Bryce Dallas Howard Hilly karakterini canlandıran çok iyi bir oyuncu. Onu ilk kez Twilight serinde görmüştüm iyi bir performansı vardı ama Rachelle Lefevre’ın yerine geldiği için o kadar çok beğenmemiştim. Ama o rolden bu role geçmesi büyük değişim ve sanki orada gördüğüm kadını değil bambaşka birini izliyordum. İşte bunu yapan gerçek oyuncudur…


Celia Foote aslında kanında o meşhur beyaz bayanlardan olmak yok, doğup büyüdüğü yerde bambaşka bir yer, evlenip ev hanımı oluyor ve diğer beyaz bayanlardan biri olmaya zorlanıyor. Saf, süslü geveze biri ama çok iyi kalpli tek bir kusuru var o da yalnız kalmamak uğruna, beyaz bayanlarla birlikte olmak uğruna, her şeyi yapabilmesi. Jessica Chastain onu daha ilk kez izlememe rağmen beni hayran bıraktı kendine, konuşması gülümsemesi her şeyiyle tam bir karakter oyuncusu… 

Aiibileen, Miny, Skeeter bu üç farklı karakter beyazların siyahlarla yan yana gelmesi, kendileri için belki de bir kurtuluş olan bu olaya beraber baş koymaları, samimiyetleri, iletişimleri insanı çok duygulandırıyor.

 Bu hikâye işlenen esas olay; duygusuz annelerin yerine geçen hizmetçiler, birbirinden uzak insanlar, birbirlerini anlamayan toplum, zenginin fakirden güçlü olduğu, güçlünün her daim kazandığı, herkesin biri birinin üstüne bastığı, sadece çıkar ilişkilerinin olduğu menfaatçi insanlar. Evet, bunlar şuan bile bize çok uzak değil ama farklılıklar konusunda belki biraz daha gelişmiş olabiliriz.  Filmin sonunda gözyaşlarımı zor tuttuğumu söyleyebilirim, başından sonuna kadar bir tek boş sahne yok.

Kitabı okurken sayfaları çevirdiğim anı bile hatırlayamıyorum. Tam zeki bir insanın elinden çıkan sağlam ve çok çalışılmış bir hikâye. Filmin en sevdiğim kısmı kitaba son derece bağlı kalmaları sırf bu yüzden söyleyebilirim ki, hem filmi izlerken hem de kitabı okurken çok zevk alıyorsunuz… Bu kadar inanılmaz bir yazarın tek kitabı olmasına çok şaşırdım. Bu hikâye bir nevi Kathryn Stockett’ın kendi otobiyografisi kitabın sonunda kendi için birkaç sayfa ayırmış anlattığı üzere kendisi; Mississippi’de doğmuş ve de zenci bir hizmetçi tarafından büyütülmüş. Bu hikâye bizlere kendi hikâyesi olarak da geçebilirdi ama hikâyeyi böylesine birçok taraftan göremezdik. Böyle bir yazarın daha çok kitap yazmasını umuyorum ve beyaz perdede hep böyle kaliteli yapımlar görmek istiyorum… Saygılar Gözen D. Karahan





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder